Hayal İle Gerçek Arasında: 2016


Tanımlarüstü manifesto; yazıyoruz. Hakkımızda bilmeniz gereken tek şey bu; yaşıyor ve yaşadıkça bir şeyler yazıyoruz...

3.3.16

Babamın Meşhur Bir Sözü Vardır

Babamın meşhur bir sözü vardır. “Zamanında ben olmadan bu iş yürümez diyenler, şimdi mezarın altındalar.”
Hayatımızın altın yıllarında olan biz gençlerin çoğu okul denen bozuk sistemin kurbanı olarak uyanıyoruz her sabah. Bilgi, muhteşem bir nimettir fakat okullarda verilen eğitimin gerçekten yararlı bilgiler olduğunu söyleyemeyeceğim. İngilizce dersinde bile konuşmayı değil grameri öğrenen bir nesiliz. Daha Türkçe dersinin bile yapılarını zor öğrenirken bilmediğimiz bir dilin yapılarını öğreniyoruz. Evet tek tezimle eğitim sistemini çürüttüm. Fakat asıl dikkat çekmek istediğim konu bu değil. Her ne kadar saçma bir sistem olsa da, hepimizin bildiği gibi eğitim şart. Geçenlerde kafama bir konu takıldı. Sizlerle paylaşma gereği duydum. Makarayla geçilen sınıflar, kaynatılmak istenen dersler. Gençler bunlar bize bir şey katmıyor. Aksine hayatımızı boşa geçiriyoruz. Bakın yaklaşık 12-16 sene civarı okul okuyorsunuz. Size kalkıp desem ki 16 senenizi siliyorum. Tüm diplomalarınızı yaktım. Bana küfür ederdiniz. Halbuki 16 senenizi gerçekten kendi ellerinizle yakıyorsunuz ve bunu farkında değilsiniz. Farkında olduğunuzda iş işten geçmiş olacak ve geçen 16 seneye yas tutacaksınız. Geçen okuduğum bir kitapta yazar Paul Graham diyor ki: %30 verimle 10 sene çalışıp yılda 30 bin lira cebinize koymaktansa; bu verimi %100 e çıkarıp 10 senede 1 milyon lira kazanmak. Tamamen akıl kârı. Yani demek istediğim şu ki bir işi hakkını vererek yapın. Ya da boşuna sürünmeyin. Yolda gördüğünüz lüks arabalara binmek istiyorsanız ya çok şanslı olmalısınız ya da gerçekten hakkını vererek çalışmalısınız. Bu okuduğunuz yılları ders kaynatarak geçirmek işinizden %10 verim almaktır.
Arkadaşlarımın çoğu üşengeçlikten şikayetçi. 1 ay öncesine kadar ben de çok üşengeçtim (bir insan telefonu şarja takmaya üşenir mi?). Aslında üşengeçlik sadece alışılagelmiş geçici bir durum. Kendinize bir hedef koyup uğruna çalışmaya başlarsanız 1 ay içinde üşengeçlik diye bir hastalıktan eser kalmıyor. Bu aynı koşmaya başlamak gibi bir şey. Tempoyu tutturmak önemli. Gerisi zaten, kendiliğinden geliyor…
Eğer gerçekten kazanmak istiyorsanız her şeyi bir kenara bırakıp çalışmaya başlayın. Emeksiz yemek olmaz. Yok ben çalışamam diyorsanız. Amelelik etmeyin arkadaşlar. Okulu bırakın. Atın kendinizi yetenekli gördüğünüz bir kuruma. Çırak olarak başlayın. Para biriktirip öğrendiklerinizle bir yer açın. Ticarete atılın. Şansınızı deneyin. Boşuna okullarda sürünmeyin. Okumak isteyen arkadaşlarınızı da derslerinden mahrum etmeyin. Kendi zamanınızı da boşa harcamayın. Size şunun garantisini verebilirim. Arkadaşım babasıyla ticaret yapıyor ve Kia Sportage marka jipe biniyor. Herkesin yetenekli olduğu bir konu vardır. Yeteneklerinizi boşa harcamayın. En önemlisi “Tembel olmayın”. Sağlıcakla kalın.
Devamı »

19.1.16

Sen, ben ve o

Ben ucuz romanlar yazarken sen mevsimi aşka çağıran şiirler yazıyorsun. Belki de bu sebepten yıldız kaymıyor İstanbul'da. Seni bana getirme ihtimali olan her şeyi öldürüyor Tanrı. Çünkü o çok adil ve ben seni hiç haketmiyorum. 
Devamı »

Dünyanın en zor imtihanına

Yasak meyveyi yesin ve 
sürgün edilsin Adem 
Devletler yıkılsın 
Tufan kopsun 
Okyanuslar kurusun 
Çaldığımız sınavın soruları yanlış basılsın
Ama günün sonunda bitmeyen bir şarkı olsun sevmek
diye yazdırıyorsun bana, sevgim uçsuz bucaksız evet, fakat günün sonunda değil yalnızca, ömrümün sonunda da böyle kalsın istiyorum bu sevgi. Sevmek, bitmek bilmeyen bir şarkı olacaksa ancak Adem'in sürgününe razı gelebiliyorum. Çünkü Adem'den başlayan ve çocuk ölümleri ile devam eden bu acıyı sadece kendimi kollarına bıraktığımda unutuyorum ya da dizlerine, şefkatli ellerine, güzel bakışlarına bıraktığımda...
Bana her şeyi -kelimenin tam anlamı ile her şeyi- unutturuyorsun. Her şeye baskın geliyorsun. Ruhumun açlığını gideriyorsun. Ben seni sevince bıçakla Niğde gazozu açmak ve matematik kolaylaşıyor. Ben seni sevince, kuşlar cıvıldamaya başlıyor, Sezen Aksu bir şeyler mırıldanıyor, Türkiye'nin en genç keman virtüözü bütün hünerlerini sergiliyor, bir çocuk en samimi en güzel gülümsemesi ile gözlerimin içine bakıyor. Sen gülünce ben çocuklaşıyorum, çizgi filmler başlıyor. Sabah yedide uyanmış o mutlu çocuk oluyorum yeniden. Sen gülünce, şehri kötülüklerinden arındıran bir yağmur yağıyor, birileri gökyüzüne bir sürü yıldız serpiştiriyor. Ve ben uykularımın bölündüğü saatlerde, her soluk alış verişimle beraber gülümseyişini düşürüyorum aklıma. Gülüşün içime işliyor usul usul, kanıma karışıyor, içimde tomurcuklanıyor, büyüyor, büyüyor ve ben de gülüyorum. Gecenin bir yarısı içimde gülüşünü büyütüyorum ve gülüşün de benim bütün hücrelerimi gülümsetme kerametini gösteriyor. Şaşkın, hayran, memnun, aşık bir vaziyette gülüşünün gözlerinden öpüyorum. 
Zira öleceksem, gözlerinden ölmeliyim...

 -ben seni sevince hiç olmadığım kadar şiir
  dolu oluyorum, bir yerde okumuştum:     
 "içinden şiirsiz geçilemeyecek kadar derin
  gözleri vardı." diyordu yazar. Senden
  bahsediyormuş-
Devamı »

Dünyanın benzinli motoru "Türkiye"

"Alıntı
Memleketçe zamanında bir yerlerden çok fena beddua almış olmalıyız arkadaşlar, bizdeki akıl dışı pahalılığın başka türlü bir açıklaması olamaz çünkü. Tamam dünya insanları olarak hepimiz kapitalist sistemin köleleriyiz, iş sahibi de olsak çalışan da olsak bir şekilde hepimiz hayatımızı idame ettirebilmek üzere paraya ve güce hizmet ediyoruz. Ama diğer ülkelerdeki kölelerin durumlarına, alım güçlerine bakınca insan imrenmeden de edemiyor.
İlgi alanım otomobiller olsaydı onlardan örnek verirdim zira an itibariyle telaffuz edilen rakamlara razı olup otomobil almaya niyetlendiğiniz zaman kimsenin size deli gömleği giydirmeyeceği tek yer bizim ülkemiz. Normal satış fiyatı atıyorum 20.000$ olan bir otomobili biz,vergileriyle kar paylarıyla bilmem neleriyle 50.000$’a alıyoruz. Fiyata bindirilen kalemler arasında devletin radyo ve televizyon kurumuna aktarılan pay bile var.
Tezgahın üzerinde bekleyen iyice yoğurulmuş kasap köfte kıvamındaki toplumun bir parçası olmanın cezası bu olsa gerek. Bize zamanında “Üretmeyeceksin, herhangi bir şeye ihtiyacın olursa biz sana satarız” demişler ve olaylar gelişmiş. Yahu bir yandan da adamlara kızamıyorum, eğer ben süper güç olsaydım böyle bir nüfusu, böyle bir pazar potansiyelini ben de aynı şekilde kullanmak isterdim. Yani düşünsenize, karşınızda öyle kompleksli bir toplum var ki kendi lahmacun salonlarına, çay bahçelerine burun kıvırıp sizin onlara dayattığınız Burger King’leri, Starbucks’ları başının üzerinde tutar hale gelmiş. Hatta olayı o kadar abartmış ki kendi markalarına bile yerel isimler koymak yerine, sizin rüzgarınızdan faydalanmak üzere yine sizin dilinizde isimler koyar olmuş. Kendi benliğini bile hiçe sayacak kadar aşığınız olmuş böyle bir muhatap karşısında “Yok gardaş yok biz seni hiç sömürmeyelim sen kendin üret, kendi yağında kavrul” demek baya baya aptallık olurdu.
Gelelim olayın benim kuyruğuma basan tarafına. Böyle bir ortamda teknoloji meraklısı olmak lanetlenmiş olmak gibi bir şey. Hele bir de hammaddeden, üretim maliyetlerinden, marka değerlerinden falan az buçuk anlıyorsanız, sabahtan akşama kadar köpek gibi çalışıp kazandığınız paracıklardan 15 doları, normalde 3 dolar ettiğini bildiğiniz bir ürüne verirken eliniz titriyor, canınız yanıyor. Acısız ve gözü kapalı satın alma eylemleri gerçekleştirdiğiniz günleri özlüyorsunuz. Annenizin yaptığı halis muhlis doğal patates kızartmasını elinizin tersiyle iteleyip “Keşke bizim ülkemizde de Mek Danıls olsa, reklamlardaki zengin insanlar gibi yaşasak, onlar gibi güle eğlene kıtır patatiz kızartmaları yesek” deyip saf saf, sizin kaynaklarınızı kullanarak sizi tüketen dost yüzlü düşmanlara aşık olduğunuz günleri hatırlıyorsunuz.
Neyse, her fırsatta eleştirdiğim sistemin kallavi kölelerinden biri olarak Asus’un bir leptop modelini uzunca süredir takip ediyorum, hatta almakla almamak arasında sürekli gidip geliyorum. Bizim memlekete sadece bir tane firma getirmiş ve üzerine maliye bakanının özel otomobilinin vuruğunu düzelten sanayi esnafının yeğeninin düğün masrafına kadar binlerce kalem bindikten ve ayrıca firma üzerine karını koyduktan sonra fiyatı ebesinin hörekesi gibi şişmiş. Normalde gavuristanda 2.500 TL‘ye tekabül eden bir meblağ karşılığı satılan, bu halde üretildiği fabrikanın giderlerini, işçilerinin maaşlarını ve tüm taşıcıyıların karlarını çıkaran bilgisayar bizde 3.900 TL‘ye satılıyor. Gavuristandaki kapitalizm kölelerinden çok çok daha az kazanan insanlarız ve fakat onlardan kat be kat daha fazla para ödemek durumunda bırakılıyoruz. Öyle de güzel bir sistem kurulmuş ki tutup membağından da sipariş veremiyorsunuz, gümrükte yine aynı kalemler üzerine basılıyor.
Yazık lan bize, valla yazık. Şahsen vergimizi verelim ekonomimizi koruyalım gibi ifadelerin hiçbiri bu duruma farklı bir açıdan bakmama neden olmuyor. Eğer ben bir bilgisayara 1.300 küsür Lira fazla para ödüyorsam, iyimser bir yaklaşımla 700 TL’si satıcı firmanın karı ve masrafı olsun desek, 600 TL’yi direkt devlete ödemiş oluyorum. Fakat ortada bu paranın karşılığı olarak bana dönmesi gereken daha güvenli, daha konforlu, yüksek standartlara sahip bir yaşam imkanı yok. Yani ben o parayı ödemeyen gavurlardan daha yüksek yaşam standartlarına sahip değilim. Dış borç iç borç cari açık falan alayı kafa bulandırıcı şeyler, yıllardır her alışveriş eyleminde KDV’sinden ÖİV’sine kadar envai çeşit vergi ödüyoruz, neyin borcu, neyin açığı olabilir ki bu kadar uzun süre öde öde bitmesin valla aklım almıyor."
    Bu muhteşem tespitli yerinde espirili alıntı yazım üzerine karar verdim ki gereksiz lüks her şeyden bir bir uzaklaşacağım. Bu sisteme isyan eden biri olarak el kol bağlamak yerine yapmam gereken ne varsa yapacağım. Tekstilde ihracat kralı olan bi ülke olmamıza rağmen yabancı markaların mağazalarına girmekten vazgeçeceğim. Neymiş bu marka takıntımız? Uyanma vaktimiz gelmiş ve de geçiyor. Elimizdeki Iphone 6S lere gözümüzdeki raybanlara altımızdaki 2litre arabalara ne gerek var ki? Yani olsalar elbette hoş ama bu paraları yabancı insanlara özellikle hak etmeyen kişilere zar zor kazanmamıza rağmen kuruşu kuruşuna vermeye ne gerek var? Yahu bundan 10 sene önce 3310la haberleşebilen insanlardık. VCD den film izleyen insanlardık ne ara oyun grafiklerimiz televizyonlarımız 4K olcak ulan diyecek kadar yüzsüzleştik? Kimin yazdığını unuttuğum adamın da söylediği gibi. Hayatta ne kadar fazla şeye sahip olduğun değil ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğun önemlidir. 
Sağlıcakla kalın dostlar.
Devamı »

11.1.16

Dialoglarım vol2

-sen eskiden insan mıydın Furkan
-muhtemelen
-muhtemel olmayan şey nedir
-Allah
Devamı »

Hakkımızda

Tanımlarüstü manifesto; yazıyoruz. Hakkımızda bilmeniz gereken tek şey bu; yaşıyor ve yaşadıkça bir şeyler yazıyoruz... Yazıyoruz ama yazar değiliz. Belki bir gün olma yolunda iki genciz. Devamı Biz bölümünde.

Popüler Gönderi

Copyright Berkeozkn Last Update : 17/10/2015