Hayal İle Gerçek Arasında: Temmuz 2015


Tanımlarüstü manifesto; yazıyoruz. Hakkımızda bilmeniz gereken tek şey bu; yaşıyor ve yaşadıkça bir şeyler yazıyoruz...

25.7.15

Dialoglarım vol1

Fark ettim de, gün içinde geçen dialoglarda çok şairane konuşabiliyorum. Bunu bir yazı dizisi haline getirmek ve beğendiğim dialogları sizlerle paylaşmak istedim. Haydi Bismillah, dialoglarım adlı yazı dizisine başlıyorum.

Ben:Benim blog için hayal ettiğim şey; afilli filintalar kıvamına gelmesi. Sadece ben ya da Berke ile kısıtlı kalmasını hiç istemiyordum. Zaten sonradan sen ve aptal kel bir adamın yazıları geldi. Asım'ın şiirini geldi. Enes örcün ile konuştum. Yazdığı bir şey olursa gönderecek. Farklı yazarlar olsun istiyorum. Çünkü süreklilik ve farklı görüşler için farklı yazarlara ihtiyacımız var. O yüzden bu beni mutlu eden bir gelişme oldu. Yeni yazılarını da bekliyorum. Hayata farklı perspektiflerden bakan insanlar yazmalı ki, her kesimden insana temas edebilelim. Güzel haber, teşekkür ediyorum.

Enes:Aynen cok haklısın kanki. Elimden geldiğince yazıcam inşallah

Ben:Harika. Yaz, yazdıkça da yolla. Geçenlerde muhteşem bir tavsiye okudum onu paylaşayım seninle; "yazar olmak istiyorsanız, yazın." demiş bir filozof.

Enes:Yazar olmak istemiyorsak?

Ben:Yazmak yalnızca yazar olmak için yapılan bir eylem değildir ki, bazen rahatlamak, bazen kendini ifade etmek, bazen de sadece içindeki bir şey yazman gerektiğini söyleyen dürtüye kulak vererek yazarsın

Enes:Sen yazıp yazıp yırtıyordun. Hiç mi için gitmiyordu?

Ben:Ruhuna yazdığın sözcüklerin bir kağıt parçasına indirgenmiş olamaması çok da rahatsız edici bir durum değil bence
Devamı »

24.7.15

Bir Rüzgâr ve Jilet

Yol arkadaşımın, kardeşim kadar yakınımın, dostumun, muhabbeti büyük keyif veren güzel adamın bana mısralarını ezberleten şiiri;


Bir Rüzgâr ve Jilet

N'aber yabancı
Niye düşmüş petrol fiyatı
Rusya'yı batırmak için
Bahaneye ihtiyaç mı var
Kötü huylu da olsa büyümemeli umutlar
Ve öldürülmeli tüm kuşlar
Yabancı beni güldürüyorsun
Dünya alttan üstten basıksa
soğuyabilir mi kutuplar
yüreği gibi bir askerin
Pi'nin virgülden sonrası kadar
Çocuk ölürken Ortadoğu'da
Nasıl şaşırmazsın yalancı
Sen doların yükselişi kadarsın

Yabancı, beni reklam aralarında dinledi
Sorulara nedenleriyle cevap verdi
Duysanız dediklerini deli derdiniz
Geç oldu ama anladım
onun derdi sizin de derdiniz
Baktım çevremdeki simalara bürünmüş
Herkese ve bana da tatlı görünmüş
Fizik içmiş biyoloji yemiş kimyayla büyümüş

Ve
sen
bizdensin, gülersin
yeni bölümünü izlersin dizinin
bilmezsin İsrail dibinde dizinin

Sus artık yalancı,
yoksa inanırım sana
saflık Payı büyük bizde
Yalanlarında gerçek payı var elbet
Ama payda çok büyük yalancı
Bölmek bu kadar kolaydı işte haritayı

Bize gereken belli
Şu doksan derceden dik
soysuz altı köşeli direği bükecek
bu esef ağacını kökten sökecek
Bir rüzgâr rahmetle Doğu'dan esecek
Ve bir jilet ki yarayı değil kolu kesecek

Asım Erdem



Devamı »

16.7.15

Kahverengi

Kendinden 'aptal kel bir adam' olarak bahsetmemi isteyen neşeli, fikirlerine çok değer verdiğim, kıymetli bir dostumun şiiridir.

Yırttım kağıtlarımı
Kafiyeler, ve acı hatıralar
Ve belki biraz idrak
Boş kafalarda çınlayan kelimeler
"Loading..." dedi hayat
Dönen bir çizgiyi takip ettim
Ve Pepsi dediler
Yaşatır seni.
Piyano notaları çınlıyor
Yukselip alçalırlen dusuncelerimle
Ve düşünce
Düşünce yükseldikçe
Hayat yetişemedi
İnsan bilmediğine anlayamadığına
Sövdü, döktü
Kustum hepsinin üzerine
Her kalemden ve renkten.
Anlamadılar
Protesto sesleri arasında
Ben de bağırdım.
Çınlasın şimdi kurşunlar.
Sekerler belki şakaklarımdan da
CNN'e konuk olup dinletirim kendimi.
Talent Show'lara çıkarım
Artık kahverengi hayaller.
Kocaman bir "es" halinde yaşanan
Akortsuz hayallerle
Ömür geçer mi?
Paçavralar kavrulur şafak vakti
Bulutlar süzülürken
Sayfalar dolusu para
Ve ölüm belki bazılarına
Mana demek belki.
Edat demek.
Işık vurdu sol omzuma.
Ve üşüdum.
Kulaklarım çınlıyor.
Devamı »

15.7.15

Bir dost yazısı vol2

yine bir dostum, bir yazısını yayımlamamı istedi, hayalleri olan bir adam yazmış. Buyrun;

Merhaba ben buralarda yeniyim çokça değer verdiğim, yılların dostluğumuzu eskitemediği bir kardeşimin(Furkan) ‘’Kanka, içinden ne geliyosa yaz yayımlarız’’ demesi üzerine bunu okuyanlara bir kaç şey yazmaya karar verdim.
Cümleye içinizde ukte kalan pişmanlıklardan başlamak istiyorum. Eminim bunu okuyan herkesin ‘’ulan be geriye dönebilsem ve şunları şunları yapabilsem keşke ama artık çok geç’’ dediği illaki olmuştur ama bana göre dünyadaki en aptalca söz çünkü zararın neresinden dönersen kardır demiş birileri, çok ta doğru demiş arkadaş, Şahsen hayalim emin olun hepinizden daha yoğamna dedirticek bi hayal, evet öyle ben amerikan futbolcusu olmak Türkiye'mi o bölümde de tanıtmak gücümüzü orada da göstermek için her gün çabalıyorum.
benim yaşımda bir amerikan futbolu oyuncusunun fiziği benim iki katımdır bakın bi umrumda mı? içimden diyorum ki çıksınlarda önüme öyle bi vuruyim ki kaskı çatlasın fiziksel açıdan imkansız belki ama hırs budur işte eğer hayallerinizi hedeflerinizi gerçekten istiyorsanız asla ama asla vazgeçmeyin her gün elinizden geldiğince hayallerinizin gerçekleşmesinde bi katkısı olucak herhangi bir şey yapın.
Kendini yorgun hissetsen bile başarı git gide senden uzaklaşsa bile hata üstüne hata yapsan bile hayallerin suya düşse bile kimse gayretini farketmese bile anlayışsızlık seni gülmekten alıkoysa bile ve hatta her şey hiçbir şey olsa bile vazgeçme ..yeniden başla.. arkadaşım sen büyüyünce istemediğin bir şirkette istemediğin bi pozisyonda istemediğin bi maaş ile çalışmayı hak etmiyorsun,hayatının her gününü istemediğin, sana aptalca gelen saçma sapan şeyleri yapmak mı yoksa 3 5 sene sevdiğin işi yapmak uğruna çektiğin acılar mı? Bir söz vardı hatırlayabildiğim kadarını aktarıyorum: Hayallerine giden yolda tökezlemek bile insani mutluluk verir. Yani siz siz olun önünüzde bir hedef, hayal varsa vazgeçmeyin sonra ölene kadar pişman olursun. her gününüz size batmasın.

Eğer ağaca tırmanmak istiyorsanız, yıIdızIara uIaşmaya niyet edin ki başarasınız.(Confucius)

Kişiye özel not; Enes, sana güveniyorum.

Dip not: Furkan Özdemir konuşuyor: Astronot, Amerikan fotbolcucusu, ünlü bir tenis ya da golf oyuncusu, buz hokeyi alanında bir efsane de, bu ülkenin en az, uluslarası popülaritesi olan bir gazeteci, hukukçu ya da siyaset bilimcisi kadar ihtiyacıdır. Farklı şeyler hayal etmek iyidir, korkmayın.


Devamı »

10.7.15

o kız ve güzelliği üzerine, yetersiz kalan deneme

Maraş dondurmasından, mavi göğü seyre dalmaktan, lilyum kokusundan, çocukluğumda annemin bana anlatmış olduğu bütün masallardan, bir meyvenin olgunlaşmasını ve mevsimlerin akışını izlemekten, yıldızlardan,  Tarık Tufan mısralarından, Onur Ünlü dizilerinden, Sherlock Holmes'un yaptığı çıkarımlardan, Tony Stark ukalalığından, arkada çalan blue foundation şarkısından, Hagi'li Galatasaray'dan, Maradona'lı Arjantin'den, Hidayet Türkoğlu'nun butter beazer attığı zamanlardan, koşturan, uçurtma uçuran, saklambaç oynayan, salıncakta sallanan ve bütün bunları koskocaman gülümsemesi eşliğinde yapan tüm küçük çocuklardan, hatta bu şehirden, evet, evet, İstanbul'dan, aklıma gelen bunca şeyden ve gelmeyen her şeyden daha güzelsin.
Devamı »

8.7.15

Arda Turan: Barça yapbozunun son parçası mı?

Arda Turan transferi üzerine bir yazı yazmak istemiştim. Ama fazlasıyla iyi bir yazı yazılmış ve ben bunu sizlerle paylaşmak istedim. Buyrun;

Günlerdir devam eden söylentiler, nihayet resmiyet kazandı. Artık biz Barça taraftarlarına düşen “Hoşgeldin Arda” demek ve yeni oyuncumuza Camp Nou’da güzel bir karşılama yapmak. Çünkü doğru olan bu. Diğer taraftan da gerçek şu ki bu transfer, Katalunya ve birçok başka ülkede kaşların kalkmasına sebep oldu ve transferi sorgulayanların tek dayanak noktası, anlaşmayı yapma kararının geçici Yönetim Kurulu tarafından alınmış olması değil. Çoğumuz, Türk yıldızın oyun içerisinde nasıl bir rolü olacağını ve Luis Enrique’nin takımında kendine nasıl ve nerede yer bulacağını sorguluyoruz. Soru şu: Arda Turan, Barça’ya bir üçleme daha getirecek yapbozun eksik parçası olabilir mi?

Bu soruyu cevaplayabilmek için öncelikle takımın şu anki durumuna, yani Arda’nın Barcelona’da futbol oynamaya başlayacağı şartlara bir bakmamız gerekiyor. (Tabii, şunu da unutmamalı: Geçmişte eşi görülmemiş “geri satma maddesi” göz önüne alındığında transfer henüz bitmiş; Arda daha tam olarak Barcelona'lı olmuş sayılmaz.) Birincisi: Barça, teknik kadrosunun özenli çalışmalarıyla etkili bir kazanma formülü bulup onu mükemmele ulaştırmış ve bunun sonucunda unutulmaz üç kupa zaferine ulaşmış bir takım. Bu zaferi arkasında bırakarak yeni sezona başlıyor. İkincisi: Xavi Hernandez’in gidişiyle, orta sahada metronom misali takımın ritmini belirleyen, tek başına sorumluluk alarak oyunun ilerlemesini sağlama konusunda nadir görülen yeteneğe sahip bir oyuncu kaybedildi. Üçüncüsü:  FIFA’nın verdiği ceza yüzünden, Arda’nın yeni takımıyla ilk maçına çıkabilmesi için Ocak 2016’ya kadar beklemesi gerekecek.

Bu gerçekleri göz önüne alarak Arda’nın takımın neresinde yer bulacağını tahmin edebilir miyiz? Kadroda Ivan Rakitic, Sergio Busquets ve Andres Iniesta gibi dünya çapında oyunculardan, Rafinha ve Sergi Samper gibi işlenmeyi bekleyen mücevher gibi yeteneklerden oluşan harika bir orta saha olduğu düşünülürse, zor bir iş bu. Diğer yandan, Luis Enrique’nin üçleme yapmış bir takımı olmasına rağmen Arda gibi bir oyuncuyu neden istediğini anlamak da zor değil. Barcelona uzun zamandır belli bir oyun stilinde futbol oynayan, sahada yaptığı hamleleri fazlasıyla geniş bir yelpazeden seçmesine rağmen önceden tanımlanmış bir repertuara göre hareket eden oyunculardan kurulu. Luis Enrique, Arda’nın gelişiyle sahaya isyankar bir Andres Iniesta sürmüş olacak.



Geçtiğimiz sezon, Barcelona’nın hücumdaki seçeneklerinin tıkandığını nadiren gördük ama gördük. Arda ise cebinde onlarca yeni seçenekle geliyor. Türk yıldızın joker oyuncu olmak, oyunu değiştirmek konusunda eşsiz bir yeteneği var. Büyük bir Andre Iniesta hayranı olduğu bilinen Arda, yaratıcı bir orta sahadan beklenebilecek her türlü beceriye sahip: Dar alanda top kontrolü fevkalade, ayakları çok çabuk ve çalımlarıyla insanı şaşkına çevirebiliyor. Ama bunların yanında başka bir yeteneği daha var: Sahada cesaret gerektiren işleri denemek konusunda hayli gözüpek ve kararlı, adeta orta sahada bir Neymar. Gerard Pique’nin köşe gönderine sıkıştırdığı bir Andres Iniesta’yı, topu rakibinin bacaklarının arasından geçirip çalım atarken hayal edebilir misiniz?  Arda, Ocak’ta Barcelona’nın Atletico’yu 3-1 yendiği maçta bunu bizzat yaptı.

Barcelona, Arda’nın gelişiyle bir sokak futbolcusu kazandı. Artık elimizde futbolu Barça antrenörlerinin La Masia’daki tedrisatından farklı bir biçimde ve farklı bir yerde, İstanbul’un taşlı sokaklarında öğrenmiş bir oyuncu var. Arda’nın oyununu izlerken futbola sokakta başladığını hissedebiliyorsunuz. Sadece sakalı bile oyun tarzını tanımlamaya yetiyor: Futbolu cesaret ve özveriyle dolu; galip gelmek hırsıyla yanıp tutuşuyor. Sahada da bu dürtüyle hareket ediyor. Simeone’nin ona bakışını değiştiren şey de bu dürtüydü. Arda 2011’de Madrid’e geldiğinde meslektaşları tarafından fazlasıyla yetenekli ama tembel bir oyuncu olarak tanımlanıyordu. Madrid’den ayrılırken ise (Arjantinli antrenörünün de katkısıyla) sahadaki aksiyon girdabına girmekten asla çekinmeyen, rakip oyunculara sahayı dar etmek için her zaman ne gerekiyorsa yapan bir oyuncuya dönüşmüş durumda.

Bütün bunlara rağmen, Arda’yı yeni bir Xavi olarak da görmemeli. Futbol zekası fazlasıyla yüksek olsa da Barça’nın efsane oyuncu kurucusuyla kıyaslanamaz. 28 yaşındaki orta saha, sahaya oyunun temposunu kontrol altında tutmak için süreceğiniz bir oyuncu değil. Atletico kariyeri boyunca sık sık tempoyu düşürmek, oyunu sakinleştirmek için oyundan alındığına şahit olduk. Hatta, Türk yıldızın sahada kontrolünü kaybettiği anlar olduğunu da belirtmek gerek (Real Madrid’e karşı oyundan atıldığı Şampiyonlar Ligi maçı hemen akla gelen bir örnek). Yani, Arda buraya Xavi’nin yerini doldurmak için değil; Barça’nın orta saha cephanesinde yeni ve farklı bir silah olmak için geliyor. Kariyerinin en verimli dönemini yaşayan dünya çapında bir oyuncuyu hiçbir teknik direktör geri çevirmez. Luis Enrique de aptal değil: Arda’nın gelişiyle, Barça’da oynamaktan çok mutlu olacak ve hangi pozisyonda oynarsa oynasın, takıma katkı vermek için elinden geleni yapacak bir oyuncuyu kadroya kattığını o da biliyor.

Bazıları, “Pogba’yı transfer etseydik daha iyi olurdu” diyebilir. Başkaları, “Arda’ya gereksiz derecede yüksek bir bonservis ödendi” diyebilir.  Peki, üçleme yapmış bir takım için hangisi en iyi seçenek: Barcelona’nın oynadığı ligde yıllardır rekabet edip tecrübe kazanmış dünya çapında bir oyuncu mu, yoksa tarz açısından tamamen farklı liglerde top koşturmuş büyük ama ham bir yetenek mi? Pogba’nın özel bir oyuncuya dönüşme potansiyeli olduğundan kimsenin şüphesi yok. Ama “bitmemiş bir ürün” olarak tanımlanabilecek bir oyuncuyu kadroya katıp oyun tarzını Barça’ya uyacak şekilde değiştirmesini beklemek, çok tehlikeli bir kumar olmaz mıydı? Hele de, bu kumarın transfer rekoru kıracak astronomik bir bonservise ve takımdaki hiyerarşiyi bozacak yüksek bir maaşa mal olacağı düşünülürse...

Barcelona, Arda’yı getirerek kariyerinin en verimli döneminde, La Liga’yı tanıyan ve İspanya’daki futbol gerçeklerinin içini dışını bilen bir oyuncu kazandı. Arda, sahada göründüğü gibi bir oyuncu. Başka bir deyişle, bitmiş bir ürün. Real Madrid’in Assier Illaramendi için 38 milyon euro ödediğini düşününce, dünya çapında kaliteye ulaşmış bir oyuncuya 34 milyon euro bonservis ödenmesi beni rahatsız etmiyor. Barça taraftarının geçmişte Rüştü Reçber’le yaşadığı tatsız Türk oyuncu tecrübesi artık uzaklarda kalmış kötü bir hatıra sayılır zaten.

Sonuçta, Arda pekala Barça yapbozunun eksik parçası olabilir. Barcelona’ya transferinin kötü sonla bitmesi, yalnızca Luis Enrique’nin kendisini yanlış kullanmasıyla mümkün olabilir. Ancak Lucho’nun Türk oyuncuya Barça forması giydirilmesini direkt olarak talep ettiğini halihazırda biliyoruz. Asturyalı teknik direktörün aklında bir plan olduğundan şüphemiz yok. Dolayısıyla, Arda’dan beklentilerimiz yüksek. Kim bilir, belki de Türk yıldız hikayenin sonunda yapbozdaki bir parçadan çok daha fazlasına dönüşür...


Yazı: Savi Marquez

Devamı »

5.7.15

Stephan Hawking'e mektup

Sevgili Stephan Hawking'e

Çok zor bir hastalığa yakalanmana rağmen, insanlardan sana acımalarını beklemedin. Hayran olunacak bir duruş sergiledin. Adın uzun yıllar yaşayacaktır, saygı duyulacak bir adamsın. Ama sana bir şeyler söylemek istiyorum;
Biliyorum, bu yazıyı okumayacaksın. Ve öyle tahmin ediyorum ki, okusan da Dünya'daki en ünlü teorik fizikçi olarak 17 yaşında
(ki, bundan da emin değilim) bir çocuğun söyleyeceği bu şeyler pek anlamlı gelmeyecektir sana. Sana bu yazıyı, senin  bir söylemine cevap olarak yazıyorum.
Sen şöyle demişsin;
"Fizik ve matematik bize evrenin nasıl başladığını anlatabilir, ama insan davranışını öngörme konusunda pek faydası yoktur. Çünkü insanı anlayabilmek için sonsuz sayıda denklem çözmek gerek. İnsanları, özellikle de kadınları anlama konusunda herkes gibi benim de bir fikrim yok!"

Peki, ben ne diyorum; Kadınlar, erkeklere göre çok daha başka yaşam formları. Bizden daha çok konuşuyorlar, bambaşka bir dünyaları ve o dünyaları içinde bambaşka problemleri var. Onların rimeli akıyor, sen ise her şey teorisinin peşinde koşuyorsun. O yemek yaparken sen 13 bilinmeyenli bir denklem çözmekle meşgulsün. Fiziksel olarak farklı olduğun kadar, zihinsel olarak da farklısın bir kadından. Senin özelinde konuşmaya gerek yok, her erkek için geçerli bu. Kadınlardan farklıyız. Peki, nasıl anlayacağız bu dünyanın yarısını oluşturan ve diğer yarısını yetiştiren özel varlıkları. Ben diyorum ki, gel boşverelim bilimsel metodolojiyi ve benim öznel deneyimim üzerinden gidelim. Buyur, liste yapıyorum.
1-Bir kadını seversen onu anlarsın. En azından anlamaya çalışırsın ve anlamasan bile, kadın senin onu anlamaya çalıştığını anlar. Ki bu da yeterlidir onun için.
2-Bir kadını dinlersen onu anlarsın. Söylediklerini dinliyormuş gibi yaparak günü kurtarabilirsin ama hiçbir şey onun kurduğu bir cümleyi aylar sonra harfi harfine hatırlayacak kadar değer vermenden çok mutlu edemez onu.
3-Madde 2'nin önemini vurgulamak için sana, senden alıntı yapacağım. "Milyonlarca yıl boyunca, insanoğlu hayvanlardan farklı yaşadı. Sonra hayal gücümüzü ateşleyen bir gelişme yaşandı: Konuşmayı ve dinlemeyi öğrendik." Konuşmamın ve dinlemenin önemini gayet iyi bilen bir adamsın işte Hawking. Kadının için hem iyi bir dinleyici olacaksın. Hem de onunla konuşacaksın. Sana heyecan veren her şeyi onunla paylaşacaksın. İnan, kozmolojik bir bulgudan dahi bahsediyor olsan heyecanını hissettirerek anlatacak olursan, hayran hayran dinler seni o kadın.
4-Hawking, sana upuzun bir liste yaparım ama yol gerçekten uzun ve benim uykum var hacım. Bütün maddeleri iki kelimeyle özetleyeyim sana: aşık ol. Bir kelime bonus hakkım da var ise: aşık ol hacım.

Aşk, bir kadını anlamanı da, hayatını anlamlandırmanı da sağlayacaktır. En azından bende böyle oldu bu. Sen de bir dene bakalam...

Dip not: kadınları değil, yalnızca sevdiğiniz kadını anlamaya çalışın. Bana ne ulan başkalarından diyin. Bu tavrı sergilerseniz her halükarda anlaşırsınız zaten.
Demedi demeyin, hemen deneyin.

-Dip not, bütün halk için yazılmıştır. Hawking olmasanız bile üzerinize alınmanızın bir mahsuru yok.-
Devamı »

4.7.15

Podolski ve Nani transferleri üzerine

Türkiye beni futbola küstürmeden önce Uganda futbol ligindeki oyuncuları, onların maç başına gol oranlarını ve bonservislerini bilen bir adam olarak, Nani mi Podolski mi tartışmalarına uzak kalamıyorum. Denedim susmayı ama sosyal medya ortamında karşılaştığım yorumlar bana konuşmam gerektiğini hissettirdi. Nani, geçen sene Sporting'de kendini buldu ve iyi bir sezon geçirdi. Podolski'nin çok iyi bir sezon geçirdiği söylenemez. Ama Podolski hakkında haksız eleştiriler yapıldığını düşünüyorum. Özellikle de; "ben onu halı saha takımıma almam" diyen arkadaşın halı saha takımının forvet hattını Messi-Neymar-Suarez üçlüsü oluşturuyor sanırım. Nani transferinin fazlasıyla yüceltildiği ve Podolski transferinin küçümsendiği kanısındayım. Podolski büyük futbolcudur. Almanya milli takımı ile uluslararası arenada elde etmediği başarı yok, oynadığı klüpler ortada. Aynısı Nani için de geçerli, Nani  de ligimiz için çok büyük futbolcu.  İkisi de transfer başarısı. Fenerbahçe'nin  transferde gösterdiği başarının daha büyüğünü taraftarları Twitter'da transferden ballandıra ballandıra bahsederek yapıyor. Ben de bir Galatasaray taraftarı olarak, Podolski transferinin beni çok mutlu ettiğini bu yazı ile belirtmek istedim. Nani ve Podolski kıyaslaması elma ile armutu kıyaslamak gibi oluyor aslında. Biri forvet biri ise kanat oyuncusu, bu doğrultuda Podolski'nin maç başına gol ortalamasının daha yüksek olması gayet mantıklı. Bu sene Podolski Nani'den çok gol atar -bu da sezon için tahminim olsun- Bugüne kadar da öyle olmuş zaten, bknz: Podolski 399 maç ve 152 gol. Maç başına;0.380...  Nani 333 maç 62 gol. Maç başına;0,186...
Buradan yola çıkarak Podolski Nani'den iyidir demek yine abesle iştigaldir. Nani ve Podolski'yi kıyaslamayı bırakıp, klüplerin transfer başarısını tebrik etsek yeterli diye düşünüyorum. Galatasaray 4 milyon euro gibi uygun bir fiyata transferi bitirdi. Fenerbahçe ise nani için 7 milyon pound ödeyecekmiş sanırım. Oyuncuların yaşları neredeyse aynı, ödenen ücretlere bakınca Galatasaray daha uygun bir fiyatla ekonomik anlamda daha iyi bir transfer yapmış diyebiliriz. Altını çiziyorum, ekonomik anlamda. Sportif anlamda neler olacağını bize sezonun ilerleyen haftaları gösterecek. Yıllardır yolunun Türkiye'ye düşeceği yazılan futbolcular bu sene bir bir düşüyor. Sanırım bize de izlemek düşüyor ve belki de aramdaki buzlar ısınır futbolla. Güzel bir sezon olması dileğiyle...

Bu arada, Beşiktaş da dzsudzsak ile ilgileniyormuş. Çok iyi topçu o. Eto'o da bittiğine göre vatana, millete, ümmete hayırlı olsun bu sezon.

Devamı »

3.7.15

Başlık bulamadığım yazı

Uzun zamandır bir şey yayımlamıyordum. Az önce hayatım boyunca yazdığım en hüzünlü cümlelerden birini yazdım sanırım. Uzun zamandır bir şey yayımlamamak; acıklı, hüzünlü, kötü. Aslında bir sürü şey düşünüyorum ama yazıya dökmüyorum. Bir nedeni vardır elbet ama kurcalamaya gerek görmedim, siz de sormayın. Neyse, şu an yazmak ve yazdığımı yayımlamak istiyorum. İlk olarak projelerimden bahsedeyim. Blog için yazmış olduğumuz yazıları seslendirsek nasıl olur diye düşündüm, sanırım fena olmaz. Onu bir denemeyi düşünüyorum. Film eleştirisi yazmak istiyorum, kitap eleştirisi de olur. Sistem eleştirisi yazmak da istemiyor değilim ama sistem eleştirisi yazarsam beyefendiliğimi kaybedip sayıp sövmeye başlarım. O yüzden şimdilik uzak duruyorum bu işten. Ama çok sevdiğim bir bedduam var, 
-bedduaya âmin denir mi bilmiyorum ama siz diyin bence-  şuracığa bırakayım; Daha iyi bir eğitim almamızdan çok; sakallarımızın uzunluğunu önemseyen herkesin Allah belasını versin. Çokça âmin. Eğitim sitemini eleştiren insanlar gördükçe mutlu oluyorum. Sinan Canan eleştiriyor, Kaan Murat Yanık bir sağ bir sol kroşe vuruyor, halam eleştiriyor ve Sebiha hocam. Geçen şey demiş Kaan (Samimiyette bir sorun görmüyorum, zira röportajlarından tanıdığım kadarıyla okurları ile kafede kahve içmeye giden bir adam Kaan Murat Yanık.) demiş ki, 
"Akademi veya okulla aramın iyi olmamasının yegane sebebini yine bir cümleyle özetliyeyim; İlkokul ikinci sınıftan üniversite son sınıfa kadar İngilizce öğretilip, okul bittikten sonra İngilizce konuşmayan tek ülke Türkiye, dünyada. Çünkü eğitim sistemimiz berbattan da berbat. Sanki birkaç kişi oturmuşlar da insanları okuldan, edebiyattan, tarihten, coğrafyadan ve hatta hayattan nasıl nefret ettirebiliriz diye düşünmüşler de bu sistemi kurmuşlar. Bu yüzden akademi ile aram hiçbir zaman iyi olmadı; lisans hayatımda da, yüksek lisans yaparken de sürekli hocalarla tartıştım, sistemi elimden geldiğince protesto ettim. Bana dayatılan müfredatın okuyup salaklaşmamı istediği kitapları değil, canımın istediği kitapları okudum mesela Cortazar’ı, Bukovski’yi, Rulfo’yu böyle tanıdım. Edebiyat okumama rağmen biliyordum ki, bu yazarları okulda öğrenmeyi beklemek bir hayal." 
Ben bu cümlelerde biraz kendimi buluyorum sanırım. Anlattıklarının bende baya karşılığı var. Ben de sürekli hocalarla kavga ederdim. Bazıları beni anlardı. Sebiha hoca ayıya dayı demem gerektiğini söylerdi falan. Ama beni anlardı. Ben çok severdim onu. İnsan, kendini anlayan birini nasıl sevmesin. Konu çok başka yerlere kayıyor. Özetlemem gerekirse; Sebiha hocayı çok severim ve ikimiz de eğitim sistemini kabul edilebilir bulmayız. Kaan ve Sinan Canan da bizim tayfadan, bir de halam var. Ama konu bu değil. Yazı bu bağlamda gelişsin istemezdim ama olan oldu. Ben şeyle ilgili yazmak istiyordum. Yavaş yavaş oraya geleyim. Yazdığım bir yazıya yapılan bir yorum beni bir yazı yazmaya mecbur etti. Yapılan yorumu paylaşayım ilk olarak; "Son paragrafta yazdığın bazı şeyler o kadar birbirinden bağıntısız ki. Konuyla ne alakası var diye sorduğum oluyor. Yine bir yerlerden yakalamaya, bağdaştırmaya çalışıyorsun fakat onca şeyin arasında fazlasıyla göze batıyor. Haricine gelicek olursak konu güzel ve açık. Yazımın güzel. Sadece konulardan fazla uzaklaşabildiğin oluyor, hepsi bu." 

Öncelikle sevgili yorum sahibi, sana baya düşünüp -kendimi aşarak- güzel bir cevap yazmıştım ama Gmail şifremi unutmuşum, paylaşamadım yorumumu. Şimdi burada sana cevap olarak bu yazıyı yazıyorum. Haklısın, berbat bir yazı yazmışım. Yer yer çok bağlantısız oluyor. Hatta yazının tümü bağlantısız ve çok saçma. Ben okur olsam tahammül edemezdim sanırım böyle bir yazı okumaya. Antoine de Saint Exupery şey diyor "Mükemmelliğe eklenecek hiçbir şey olmadığında değil, çıkarılacak hiçbir şey olmadığı zaman ulaşılır." senin eleştirdiğin yazıda sırf yazılmış olsun diye yazılmış ve çıkarılması gereken o kadar cümle var ki...
Zaten değil mükemmel, iyi bir yazı bile değil. Ben kabul ediyorum bunu. Ama blog da burada işe yarıyor. Kişisel gelişimimi çok net bir şekilde gözlemleme şansı veriyor bana. Yaptığım yazım hatlarına, kurduğum gereksiz cümlelere bakarak gelişimimi izliyorum.  Düşünce dünyamın, ufkumun kısıtlılığına karşımda duran somut bir şeymiş gibi bakabiliyorum blog sayesinde. Ve değişimi,  gelişime çevirdiğimi blog sayesinde fark ediyorum. Bu yüzden de bu bloga önem veriyorum. Yüzde yüz haklı olduğun eleştirin için çok teşekkür ederim. Beni daha çok eleştir. Herkes eleştirsin. Böyle güzel oluyor. 
Devamı »

O kız için

Her şeyi değiştiren o kız'a

Oraya vardığımda, bir adliye önü gibi iğrenç bir manzara ile karşılaşmıştım. Nasıl betimlenebilir böyle bir iğrençlik, bilmiyorum. Herkes sigara içiyordu ve hiçbiri sigara içen iyi insanlara benzemiyordu. Şairler, sigara içen iyi insanlardır. Evet, şairler iyi insanlardır. Evet, ben şair olmak istiyorum. Şair olmak için şair gibi yaşamalı insan. Şair gibi yaşamam için yanımda sen olmalısın, çünkü ah muhsin ünlü'nün bir dizesine kapıldım, sürükleniyorum;
"sen beni öpersen belki de ben şair olurum"
bir ihtimalin peşinden gidiyorum, işte. Kalbimde bir şiir taşıyorum; o şiir sensin sevgilim.
Seni sessiz seversem, yüreğimi oku, kalbimin sesini dinle. Kalbimin bilgelikle konuşan yakışıklı bir sesi olabilir. İçimden bir şeyler yazmak geliyor, sanırım içimin "kalp" denen yerinden geliyorlar;
Yıldızlar düşüyor dünyaya, yağmur damlaları olarak.
Yıldız yağmuru var, oysa biz öpüşmedik.
Biz öpüşürsek; yağmur yağar, çiçekler açar ve güzel günler gelir.

Seninle uçurtma uçurmalı, gazoz içmeli ve gökyüzünü boyamalı
Bir ülke hanedanın ortak malı olmamalı
Her ülkede suya resim yapılmalı
Seni, seviyorum
Devamı »

Hakkımızda

Tanımlarüstü manifesto; yazıyoruz. Hakkımızda bilmeniz gereken tek şey bu; yaşıyor ve yaşadıkça bir şeyler yazıyoruz... Yazıyoruz ama yazar değiliz. Belki bir gün olma yolunda iki genciz. Devamı Biz bölümünde.

Popüler Gönderi

Copyright Berkeozkn Last Update : 17/10/2015