-bedduaya âmin denir mi bilmiyorum ama siz diyin bence- şuracığa bırakayım; Daha iyi bir eğitim almamızdan çok; sakallarımızın uzunluğunu önemseyen herkesin Allah belasını versin. Çokça âmin. Eğitim sitemini eleştiren insanlar gördükçe mutlu oluyorum. Sinan Canan eleştiriyor, Kaan Murat Yanık bir sağ bir sol kroşe vuruyor, halam eleştiriyor ve Sebiha hocam. Geçen şey demiş Kaan (Samimiyette bir sorun görmüyorum, zira röportajlarından tanıdığım kadarıyla okurları ile kafede kahve içmeye giden bir adam Kaan Murat Yanık.) demiş ki,
"Akademi veya okulla aramın iyi olmamasının yegane sebebini yine bir cümleyle özetliyeyim; İlkokul ikinci sınıftan üniversite son sınıfa kadar İngilizce öğretilip, okul bittikten sonra İngilizce konuşmayan tek ülke Türkiye, dünyada. Çünkü eğitim sistemimiz berbattan da berbat. Sanki birkaç kişi oturmuşlar da insanları okuldan, edebiyattan, tarihten, coğrafyadan ve hatta hayattan nasıl nefret ettirebiliriz diye düşünmüşler de bu sistemi kurmuşlar. Bu yüzden akademi ile aram hiçbir zaman iyi olmadı; lisans hayatımda da, yüksek lisans yaparken de sürekli hocalarla tartıştım, sistemi elimden geldiğince protesto ettim. Bana dayatılan müfredatın okuyup salaklaşmamı istediği kitapları değil, canımın istediği kitapları okudum mesela Cortazar’ı, Bukovski’yi, Rulfo’yu böyle tanıdım. Edebiyat okumama rağmen biliyordum ki, bu yazarları okulda öğrenmeyi beklemek bir hayal."
Ben bu cümlelerde biraz kendimi buluyorum sanırım. Anlattıklarının bende baya karşılığı var. Ben de sürekli hocalarla kavga ederdim. Bazıları beni anlardı. Sebiha hoca ayıya dayı demem gerektiğini söylerdi falan. Ama beni anlardı. Ben çok severdim onu. İnsan, kendini anlayan birini nasıl sevmesin. Konu çok başka yerlere kayıyor. Özetlemem gerekirse; Sebiha hocayı çok severim ve ikimiz de eğitim sistemini kabul edilebilir bulmayız. Kaan ve Sinan Canan da bizim tayfadan, bir de halam var. Ama konu bu değil. Yazı bu bağlamda gelişsin istemezdim ama olan oldu. Ben şeyle ilgili yazmak istiyordum. Yavaş yavaş oraya geleyim. Yazdığım bir yazıya yapılan bir yorum beni bir yazı yazmaya mecbur etti. Yapılan yorumu paylaşayım ilk olarak; "Son paragrafta yazdığın bazı şeyler o kadar birbirinden bağıntısız ki. Konuyla ne alakası var diye sorduğum oluyor. Yine bir yerlerden yakalamaya, bağdaştırmaya çalışıyorsun fakat onca şeyin arasında fazlasıyla göze batıyor. Haricine gelicek olursak konu güzel ve açık. Yazımın güzel. Sadece konulardan fazla uzaklaşabildiğin oluyor, hepsi bu."
Öncelikle sevgili yorum sahibi, sana baya düşünüp -kendimi aşarak- güzel bir cevap yazmıştım ama Gmail şifremi unutmuşum, paylaşamadım yorumumu. Şimdi burada sana cevap olarak bu yazıyı yazıyorum. Haklısın, berbat bir yazı yazmışım. Yer yer çok bağlantısız oluyor. Hatta yazının tümü bağlantısız ve çok saçma. Ben okur olsam tahammül edemezdim sanırım böyle bir yazı okumaya. Antoine de Saint Exupery şey diyor "Mükemmelliğe eklenecek hiçbir şey olmadığında değil, çıkarılacak hiçbir şey olmadığı zaman ulaşılır." senin eleştirdiğin yazıda sırf yazılmış olsun diye yazılmış ve çıkarılması gereken o kadar cümle var ki...
Zaten değil mükemmel, iyi bir yazı bile değil. Ben kabul ediyorum bunu. Ama blog da burada işe yarıyor. Kişisel gelişimimi çok net bir şekilde gözlemleme şansı veriyor bana. Yaptığım yazım hatlarına, kurduğum gereksiz cümlelere bakarak gelişimimi izliyorum. Düşünce dünyamın, ufkumun kısıtlılığına karşımda duran somut bir şeymiş gibi bakabiliyorum blog sayesinde. Ve değişimi, gelişime çevirdiğimi blog sayesinde fark ediyorum. Bu yüzden de bu bloga önem veriyorum. Yüzde yüz haklı olduğun eleştirin için çok teşekkür ederim. Beni daha çok eleştir. Herkes eleştirsin. Böyle güzel oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder